En Sıcak Konular

Aziz Dolu

Atabey
Aziz Dolu
23 Mayıs 2017

Ra, Rab, Tanrı ve Türkler



 

Tarih bilimi -söylentilerle (rivayet) karışmış olmakla birlikte- kişioğlunun en temel bilgi kaynaklardan biri olmaya; günümüz insanının yolunu aydınlatmaya devam etmektedir. Hz. İbrahim’le ilgili olarak geçmişten-günümüze anlatılagelenler, bu duruma güzel bir örnektir. Söylentilere bakılırsa Hz. İbrahim bir Sümer şehrinde doğmuş, Sümer kamı (rahip) olarak yaşamıştır. İnancımıza göre ise peygamber olarak… O zamanlarda “Ra”, Tanrı demektir. Sümerce bir sözcük olan Sı-ta-ra (Si-ta-re) yani “star” (günümüz Türkçesiyle yıldız) sözcüğü de “Ra” ile ilintilidir kuşkusuz. Sonra Hz. Musa dönemi gelir. Onun zamanında da Ra, Tanrı demektir. Bu Ra’yı, Sami kavminden olan Araplar “Rab” olarak yaşattılar. Turan/Türk toplulukları ise tan yerinin (ışık, nur) sahibi dercesine Tanrı (Tengri) dediler. Ra, -rı’ya dönüştü zahir.

 

Arapça sevdalıları, dinciler/İslâmcılar vb. tayfadan olanlar Türkçeye, Türk kültürüne hep soğuk, hep mesafeli davrandılar. “Tanrı” demek günahtı zevata göre. Ama Farsça “abdest”, Farsça “peygamber” demekte bir sakınca yoktu. Hatta “Allah” yerine Farsça “Mevlâ”, Farsça “Yezdan” deseniz de sorun olmazdı. Yeter ki Türkçe olmasın ağzınızdan çıkan sözcük. Yeter ki Türk’ü; Türk’ün dilini, kültürünü hor görün. Yezit, Yezdan gibi sözcüklerin “ateşe tapan” Zerdüştlerin inancından geldiği de ayrı bir ironiyken üstelik. Türk’ün var olma davasını, kavgasını; Karamanoğlu Avşar’ı (Afşar) Mehmet Bey’in ferasetini, siyasetini kim, nereden bilsin? Öyle ya, her çağda “Tek Tanrı” inancına sadık kalmış; tarihte, puta tapmamış tek milletin, Sultan Alpaslan’ın deyimiyle “bidat bilmez, temiz Müslümanlar” olan büyük Türk Milletinin, Yüce Tanrı’dan başka dostu mu var? Hoş, dostu Tanrı olanın dosta ihtiyacı mı var?

 

Dedik ya, Hz. İbrahim bir Sümer kentinde doğmuştur. İki hanımından biri olan Hacer’in, Turan kökenli olduğu söylenir. Hz. İbrahim’in, hanımı Hacer’i ve oğlu İsmail’i Bekke’ye götürüp, orada bıraktığını ve ara sıra ziyaretlerine gittiğini biliyoruz. Bekke de neresi derseniz; günümüzde “Mekke” olarak adlandırılan kutsal beldenin gerçek adıdır. Anadolu Türkçesindeki “beklemek” sözcüğü ve yine bir yerde nöbet tutma anlamında kullanılan “bek beklemek” deyimine dikkatinizi çekelim hemen. Kureyş Kabilesi, buraya yani Bekke’ye (Mekke) yerleşen ve zamanla koyak koyak oba olan Hz. İsmail’in torunları/akrabalarıdır bir yerde. Tabi Mekke’nin devamlı göç alan bir yer olduğu da unutulmamalıdır.

 

Kureyş demişken… Bu kabile sosyo-ekonomik, kültürel ve askerî veriler açısından hayli dikkat çekici bir topluluktur. Demir madeni ve demircilik mesleği olmayan Arabistan’da, Kâbe’nin anahtarını yapan/taşıyan; kılıç yapıp, satan bir kabiledir. Demircilik mesleği sadece bu kabilede vardır. Yeri geldiğinde, Kâbe’nin koruyuculuğunu (muhafız) da yapmaktadırlar. Diğer kabilelerden farklı olarak, erkeklerinin günlük hayatta silah (kılıç) taşımaya meraklı olduğu bilinmektedir. Kısacası Mekke’yi yurt tutmuş olan Kureyş Kabilesi, sanki Kâbe’nin korunması için dışarıdan gönderilmiş bir askerî birlik gibi durmaktadır. Bölgede, “Tek Tanrı” inancını sürdüren ve “Hanifler” olarak adlandırılan insanların bulunduğu; Hz. Muhammed’in dedesi Abdülmuttalip’in de bunlardan biri olduğu gerçeği de bir başka dikkat çekici husustur. Tam da bu noktada, Türklerin en çok rağbet ettiği mezhep olan Hanefîlik ve mezhebin kurucusu olan, Oğuz (Ogur/Uğur/Uz) Türklerinden olduğu söylenen Ebu Hanife hoş bir tesadüf olarak karşımıza çıkmaktadır. Peki, ama “Kur-eyş” derken “Kur” sözcüğünün, “Gur” ile bir bağlantısı var mıdır? As Gurlar, Beş (Baş) Gurlar, Bel Gurlar, Biti Gurlar, Bul Garlar, Fin-Gurlar, Go Gurlar, O Gurlar (Uğur/Oğuz/Uz), On Gurlar, Sol Gurlar (Salur), Uygurlar, Gurmançlar (Kürt) diye giden Türk/Turanî toplulukları ile bir bağ söz konusu mudur? Gur’dan önce, Sakalar ile (İskit) bir bağ?!. Son tahlilde de Etrüskler ile?!.

 

Kureyş, küreyiş, küremek, kürelemek, kur, kurgu, kurmak, kurulmak, kura, kural, kurultay… Evet, kurultay!. Türkistan’da hüküm süren Büyük Türk Kağanlığı döneminde Tunguzların yurdu Kore’den, Kıpçakların yurdu Ukrayna’ya (Deşt-i Kıpçak/Kıpçak Bozkırları) hatta Tuna boylarına, Macaristan ovalarına kadar uzanan uçsuz bucaksız Türk ülkesindeki bütün boy beyleri (khanlar/hanlar) yılda bir defa Hakan ve Hatun’un buyruğuna uyarak, Al Tağ/Ulu Dağ anlamına gelen Altay Dağlarının eteğinde bir araya geliyordu. Kur Altay denen bu toplantılar bir yönüyle de toy/şölen havasında geçiyordu. Burada bir araya gelen boy beyleri “bir, iri ve diri” olmanın gereklerini görüşüyor, gereklerini yerine getiriyorlardı. Büyük Türk Kağanlığının yönetimiyle ilgili kararlar burada alınıyordu. Demokratik bir ortamda bütün boy beylerinin yönetimde söz hakkı oluyordu. Ve tabi hakanın sol yanında oturan hatun (khatun/katun/kadın) kişinin de söyleyecek bir şeyleri oluyordu. Bahar aylarında yapılan bu kurultaya -mazereti olanlar hariç- bütün boy beylerinin katılması zorunlu idi. Yine “kurmak” sözcüğünün de derleyip, toparlamak; düzeltmek anlamına geldiğini söylememize gerek yoktur sanırım. Hatta bugün bile Türkler arasında saati düzeltme/düzenleme işlemine “saati kurmak” denildiğini biliyorsunuz. Silahı kurmak, kapanı kurmak, oyunu kurmak, düğün-dernek kurulması filan… Peki, ya Kur’an?!. “Kur’an” sözcüğünün anlamı da derleyen, toparlayan demek değil midir haddizatında?

 

Makedonyalı İskender’in büyük doğu seferini duymuşsunuzdur. Hindistan’a ulaşmak için Balkanlardan başlattığı askerî sefer sonucu Anadolu’yu ve bugün İran olarak adlandırılan toprakları istila etmiş, devrin büyük (super) güçlerinden biri olan Pers İmparatorluğunu ağır bir yenilgiye uzatarak Horasan’a girmiştir. Tahminen 328 yılında Semerkant’a ulaştığında Sakaların (İskit) hakanı kendisini karşılayarak “Buraya dost olarak geldiyseniz sorun yok. Sizi ağırlamaktan şeref duyarız. Yok, düşman olarak geldiyseniz; unutmayın ki biz, sizinle Tuna’da sınırdaşız.” diye tehditle karışık uyarısını yapmıştır. Sonuçta ne mi olmuştur? Makedonyalı “Büyük” İskender, kaynaklarda Saka (İskit) veya Chou (Şu) Türkleri olarak geçen bu insanlarla yaptığı savaşlar sonucunda ordusunun 3/4’ünü kaybederek, kendisini Anadolu’ya zor atmıştır. Yani İskender’e yenilgi acısını tattıran ilk ve tek millet Türklerdir. Yine modern çağın İskender’i olma hayaliyle Ortadoğu’ya çıkan Napolyon’un da ilk yenilgisini Cezzar Ahmet Paşa komutasındaki Osmanlı (Türk) ordusu karşısında aldığını hatırlatalım.  

 

İskender demişken, birçok kaynakta bu tarihî kişilik “Zülkarneyn” olarak adlandırılsa da biz bu görüşün doğru olmadığını düşünüyoruz. Zira kaynaklarda Zülkarneyn’in doğuda, gün doğusuna; batıda, gün batısına kadar ordular yürüttüğü ve hiç yenilgi yüzü görmediği anlatılmaktadır. İskender ise sadece doğuya gitmiştir. Ve doğunun hâkimi olan Saka (İskit) Türklerine yenilmiştir. O halde, güneşin doğduğu yerden, battığı yere kadar ordular yürüten; başta Kur’an-ı Kerim olmak üzere, tarihî kaynaklarda “Zülkarneyn (Zü-l-karn-eyn)” olarak adlandırılan ve bu adlandırma Türkçede “çift boynuzlu başlık takan/taşıyan” anlamına gelen tarihî kişiliğe gelince; -Arapçada sesli harf olmamasını da göz önünde bulundurarak- bu kişi, Saka (İskit) Türkleriyle ilişkilendirilebilir mi? Bu kişi, Saka (İskit) hakanı olabilir mi? Etrüskleri, seçenekler arasına dâhil edebilir miyiz? Arap kaynaklarında “Zülkarneyn” olarak adlandırılan bu tarihî kişilik -pekâlâ- Oğuz Kağan veya Alp Er Tunga da olabilir mi? Neden olmasın ki?!.

 

Yine Oğuz Kağan demişken… Destansı bir kişilik olan Oğuz Kağan’ın, çift boynuzlu bir tolga yani savaş başlığı taktığı söylenir. Nüfusunun tamamına yakını Oğuz (Ogur/Uğur/Uz) Türklerinden oluşan Türkmenistan’da, ülkenin en gösterişli meydanlarından birine dikilen Oğuz Kağan heykelinde söz konusu bu savaş başlığını (tolga) görebilirsiniz. Hatta Türkmenistan’ın millî para biriminde yer alan -temsilî- Oğuz Kağan çiziminde (gravür) de aynı ayrıntı (detay) kullanılmıştır.

 

Çift boynuzlu savaş başlığı takan Vikingler de bir şekilde Türk tarihi ile ilintilidir. Orhun (Orkun) bağlantısı tartışma götürmez bir şekilde ortaya konulmuştur. Vikinglerin geçmişine ışık tutan en önemli tarihî kayıtların başında gelen Futhark Yazıtları neredeyse Orhun (Orkun) Yazıtları ile tıpa tıp aynıdır. Kuzey Avrupa halklarının millî destanlarında ana karakter olan ve Batılı yazar-çizerlerce “Vikinglerin Tanrısı” olarak kabul edilen; bizim ise, Vikinglerin hanı (bey) olarak kabul ettiğimiz ve büyük olasılıkla da bir Saka (İskit) başbuğu (komutan) olduğunu düşündüğümüz Odin’e gelince… Bizzat İskandinavya (Scandinavia) sözcüğünün, Saka ve Odin’i çağrıştırdığı ortadadır. Söz konusu destanda, Turkland’dan (Türk Ülkesi) yanında iki kurdu ile gelen bir atlı savaşçı olarak anlatıldığı da unutulmamalıdır.

 

 Zerdüşt inancında, ateşe tapan -yani bir nevi putperest olan- Zerdüşt’ün bir tapınakta Turanlılar tarafından öldürüldüğü bildirilmektedir. Ateşe tapmak gibi sapkın bir inancı yeryüzüne yayan Zerdüşt’ü öldüren belki Oğuz Kağan’dır, belki de Alp Er Tunga… Kim bilir? Yeri gelmişken Moğolistan’dan, Macaristan’a kadar bütün Türk Boylarında yaygın olarak kullanılan; Orta ve Doğu Anadolu’da hâlâ yaşatılan, hatta Vikinglerin adında bile olan ama İstanbul Türkçesi temel alınarak hazırlanan 29 damgalı (harf) millî alfabede yer verilmeyen “ng” birleşik sesinden (geniz n’si) hareketle, “Alp Er Tunga”yı, “Alp Er Tuna” olarak da söyleyebilirsiniz. Yani Tunalı Alp Er olarak... Tıpkı Hun Türklerinin efsanevî başbuğu Atilla’nın (Attila) adının, Atıl/Atil (İtil/İdil) Irmağından geldiği ile ilgili tarih tezlerinde olduğu gibi. Öyle ya, biz de “Serikli” bir Avşar’ız sonuçta!.

 

Son tahlilde, tarih bilimiyle söylentilerin (rivayet) iç içe geçtiği evvel zaman dilimine ait yukarıdaki bilgilerin kesin doğru olduğunu iddia etmiyoruz ama… Ya doğruysa?!. O zaman düne dair, “Türk budur; yıldırımdır, kasırgadır, dünyayı aydınlatan güneştir.” diyen; yarınlara dair, “Türk'ün varlığı bu köhne âleme yeni ufuklar açacak, güneş ne demek, ufuk ne demek, o zaman görülecek." muştusunu veren büyük önder Gâzi Mustafa Kemal Atatürk, tarih önünde bir kez daha haklı çıkmış olmaz mı?

 

Ve ufuk (vision) sahibi bir asker ve devlet adamı olan büyük önder Gâzi Mustafa Kemal Atatürk… Daha askerî okul sıralarında iken yazdığı bir şiirde “Gafil hangi üç asır, hangi on asır/ Tuna ezelden Türk yurdudur.” diyen Gâzi Mustafa Kemal Atatürk’teki Türklük şuuruna, engin tarih bilgisine hayran olmamak elde midir? Türk’ü, “dünyayı aydınlatan güneş” olarak niteleyen Atatürk’ü sevgi ve saygıyla anıyoruz. Yüce Tanrı’dan, ruhunun şad olmasını; gün doğusundan gün batısına kadar ordular yürüterek “uğurlu gelmek” deyimine esin kaynağı olan Oğuz Kağan ile, Urmiye Gölü’nün kıyısında uçmağa varan Alp Er Tunga ile, Çin gibi bir ülkeyi iki bin yıllığına tarih sahnesinden silen “Tatung-Fu” kahramanı Mete Han ile, Vatikan rahiplerine “Sizler şaşırmışsınız. Tanrı’nın oğlu mu olur? O, tektir!” diyen -ve bizzat Batılılarca “Tanrı’nın Kırbacı” olarak adlandırılan- Atilla ile, Türk dilini ve töresini geleceğe kazıyan Bilge Kağan ile, “en büyük komutan” olarak nitelendirdiği Timur Han ile, en beğendiği padişah olan Fatih Sultan Mehmet ile ve daha nice kahramanlar ile Tanrı katında yoldaş olmasını diliyoruz.

 

Ne mutlu Türk’üm diyene!

 

Aziz Dolu Atabey

https://twitter.com/azizdolu



Bu yazı 1,051 defa okundu.






Yorumlar

 + Yorum Ekle 
    kapat

    Değerli okuyucumuz,
    Yazdığınız yorumlar editör denetiminden sonra onaylanır ve sitede yayınlanır.
    Yorum yazarken aşağıda maddeler halinde belirtilmiş hususları okumuş, anlamış, kabul etmiş sayılırsınız.
    · Türkiye Cumhuriyeti kanunlarında açıkça suç olarak belirtilmiş konular için suçu ya da suçluyu övücü ifadeler kullanılamayağını,
    · Kişi ya da kurumlar için eleştiri sınırları ötesinde küçük düşürücü ifadeler kullanılamayacağını,
    · Kişi ya da kurumlara karşı tehdit, saldırı ya da tahkir içerikli ifadeler kullanılamayacağını,
    · Kişi veya kurumların telif haklarına konu olan fikir ve/veya sanat eserlerine ait hiçbir içerik yayınlanamayacağını,
    · Kişi veya kurumların ticari sırlarının ifşaı edilemeyeceğini,
    · Genel ahlaka aykırı söz, ifade ya da yakıştırmaların yapılamayacağını,
    · Yasal bir takip durumda, yorum tarih ve saati ile yorumu yazdığım cihaza ait IP numarasının adli makamlara iletileceğini,
    · Yorumumdan kaynaklanan her türlü hukuki sorumluluğun tarafıma ait olduğunu,
    Bu formu gönderdiğimde kabul ediyorum.





    Diğer köşe yazıları

     Tüm Yazılar 
    • 16 Temmuz 2017 Ömer Halisdemir
    • 5 Temmuz 2017 Musul; Nureddin Zengi'nin Yadig
    • 23 Mayıs 2017 Ra, Rab, Tanrı ve Türkler
    • 7 Mart 2017 Türkiyeyi Ve Dünyayı Anlamak
    • 14 Ocak 2017 Rainadan, Radikalizme
    • 1 Ocak 2017 İslam, İslamcılar ve Anarşizm
    • 22 Aralık 2016 Kurt Ulur, Vatan Kurtulur
    • 7 Aralık 2016 Şangay Bilmem Ne Kaçlısı
    • 20 Kasım 2016 Başkanlık Tartışmaları
    • 20 Kasım 2016 Fıratın İki Yakasını Bir Araya Getirmek
    • 7 Ekim 2016 Bir Meşrep Olarak Alevilik
    • 22 Eylül 2016 Piruz Dilenci; Güney Azerbaycanın Özgürlük Ateşini Harlayan Adam
    • 11 Eylül 2016 Bu da oldu; Atatürkün resmine sansür
    • 31 Ağustos 2016 Yüksekova İl Olmalı
    • 18 Ağustos 2016 Yapılandırma Ayarlarına Dönüş
    • 8 Temmuz 2016 Atatürk Türkiyesinden, Humeyninin İranına
    • 2 Temmuz 2016 Akıl ile vicdanın hasbıhali
    • 2 Temmuz 2016 Almanların Maskarası, Çerkezlerin Yüzkarası
    • 29 Mayıs 2016 Bir, Üç, Beş
    • 23 Mayıs 2016 Otizmliler, ille de AKP diyormuş

    Yazarlar

    En Çok Okunan Haberler

    Şirket Haberleri ŞİRKET HABERLERİ


    Haber Sistemi altyapısı ile çalışmaktadır.
    7,522 µs