Türkiye ülkesi ve milleti ile bölünmez bir bütündür. Dileğimiz ve beklentimiz (temenni), bu bütünlüğün sonsuza kadar sürüp gitmesi yönündedir. Bununla birlikte ülke ve millet olarak son dönemlerde sancılı bir süreçten geçtiğimiz Sağır Sultan’ın bile malûmudur. Peki, bu sancılı süreci zarar görmeden nasıl atlatabiliriz? Yahut da bu süreçten nasıl kârlı çıkabiliriz? Kısaca (hülâsa) beyinlerin zonklaması; beyin fırtınalarının esmesi gerekiyor.
Türkiye,
Rusya ve İran Dışişleri Bakanlarının Moskova’da yapacakları Suriye Zirvesine
saatler kala Rusya’nın Ankara Büyükelçisi Andrey Karlov’a yapılan suikast hayli
ilginç (enteresan) bir rastlantı (tesadüf) oldu. Rastlantıysa tabi!. Devletlerarası
siyasette pek rastlantıya yer olmaz ama. Neyse bekleyip göreceğiz artık.
Batılılar,
Rusya’ya “Ortadoğu’dan çık, Türkiye’yi de bize bırak.” demek istemiş olabilirler.
Bunu da her zaman yaptıkları gibi yerli maşalar üzerinden ilân etmişlerdir
belki de. Biz bu durumu, Süleyman Demirel’in teşhisi ve tespiti ile yani “Tarlanın
taşı ile tarlanın kuşunu vurmak” deyimiyle özetlemeyi tercih ediyoruz. Öyle ya tarla
bizim, taş bizim; kime, ne diyeceksiniz?
Amerika
Birleşik Devletleri, İngiltere, Almanya gibi ülkelerin özellikle Suriye ve Irak
konusunda açıktan açığa Türkiye’ye rağmen daha doğrusu Türkiye’ye karşı çeşitli
eylemlerin içinde oldukları görülüyor. Terör örgütleri ile anlam bulan vesayet
savaşlarında, Türkiye sanki ana hedef konumunda gibi duruyor. Belki de tarih
bizi ana oyuncu (aktör) olmaya doğru itiyordur. Kim bilir?
Peki,
ya İsrail? Son birkaç yıldır İsrail’in sesinin-soluğunun çıkmaması; suya-sabuna
dokunmuyorum tavırları sergilemesi pek hayra alâmet değil. İsrail’in, one
minute (van minüt) muhabbeti ile hizaya sokulduğuna inanmanın safdillik olacağı
da ortadadır. Peki, bu suskunluk niye? Öyle ya, bölge yangın yerine dönmüşken
bir açıklama (beyanat) da mı yapmaz insan? Bütün soruların yanıtlarını
biliyorsa, o başka tabi.
Rus
Büyükelçi Andrey Karlov’u öldüren saldırganın polis memuru Mert Altuntaş olduğu
sıcağı sıcağına ortaya döküldü. Suikast, 15 Temmuz’un artçı sarsıntılarından biri
yahut bir kontr-gerilla eylemi olabilir. Saldırganın, olay sırasında el-Nusra
naraları atmasını kayda değer bulmuyoruz. Fetö deyip, küçümsemenin de sığlık
olacağını düşünüyoruz. Çünkü mankurtlaşmış bir cemaat üyesinin bu suikastı dış
bağlantı, dış istihbarat yardımı olmadan tek başına yapabilmesi mümkün değildir.
Batılıların
anakronizm dedikleri tarih yanılgısı, yanılsaması zaman zaman gerçekten de gülünç
(trajikomik) olaylara yol açıyor. Söz gelimi (misal) zaman zaman tayyare gibi
uçmasıyla ünlü bir AKP’li vekil, Mayıs 2016’da “İnsanın bir Rus uçağı daha
düşüresi geliyor.” diyor. Aynı zat, Aralık 2016’da ise “Rus uçağının
düşürülmesi, 15 Temmuz darbe teşebbüsü ve Rus büyükelçisine saldırı, aynı aklın
planıdır.” diye sayıklıyor. Şimdi sormak gerekmez mi “bunlar ne yiyip, ne
içiyor; kafayı neyle buluyor” diye. Gerçi bizim bir fikrimiz var. Malûm şahısların
meyan kökü şerbeti içtikleri ayan beyan ortada. Malûm, Yavuz olacağız diyerek
Sina Çöllerine dalan bu zevat (kişiler) epeyce bir susuzluk çekmiş durumda. Ve
tekrar malûm, meyan kökü şerbeti de susuzluğa iyi geliyor. Malımı, mulumu ne
kadar da çok kullandık değil mi? Rahmetli Muharrem Ergin Hocamızın “Türk Dili”
kitabını bir kez daha okusak iyi olacak galiba.
Büyükelçi
suikastının olduğu akşamın ertesi günü Moskova’da Türkiye, Rusya ve İran
Dışişleri Bakanları üçlü zirvede buluştu bildiğiniz gibi. Ve bakanların
arkasında da yakın koruma görevlileri sıralandı. Toplantı sırasında, kameralara
ilginç bir görüntü yansıdı. İranlı koruma görevlilerinden biri, Mevlüt
Çavuşoğlu’nun hemen ardında duran koruma görevlisini resmen göz hapsinde
tutuyor. Söz konusu Türkiye olunca haksız da sayılmaz hani. Her an, her şey
olabilir. Öyle ya, ağaların “Osmanlı, Osmanlı” derken, Selçuklu ve Hasan Sabbah
dönemine kadar gittiklerinin resmi oldu bu görüntü. Ve bize bile “Ne günlere
kaldık ey Gâzi Hünkâr?” dedirtti.
İran
demişken… 2001 yılının yaz-bahar aylarında, Yüksekova, Esendere’de görev
yaparken başımızdan geçen bir anıyı nakledelim. Bir gün, Arnavut kökenli olan Samsunlu
Bahri Kardeşim ile gümrük kapısına doğru yürüyelim dedik. Aslına bakarsanız
(haddizatında) beldedeki en önemli sosyal faaliyetimiz sınır kapısına gidip
şöyle bir etrafı kolaçan etmekten ibaretti. Yine öyle yaptık. Demir kapının
önünde nöbet tutan Diyarbakırlı bir kardeşimizle muhabbete durduk. Asker
kardeşimiz, başından geçen eğlenceli durumları anlatıyor, biz de gülümsüyoruz
filan. Bizim Diyarbakırlının anlattığına göre, kapının öbür tarafındaki İranlı
(Farisî) askerlere bizimkiler, sigara-çakmak alışverişi yahut bisküvi-çikolata
ikramı için “gel, gel” edince; adamlar geri geri gidiyorlarmış. Hele de
bizimkiler muziplik olsun diyerekten G3’ün namlusunu doğrultuvermeyegörsünler;
cümbür cemaat siperlerin arkasına kaçıyorlarmış. “Abi, kaç haftadır adamlarla
bi muhabbet edemedik. Türk askerinden çok korkuyorlar.” dediğini bugün gibi
hatırlarız. Kısacası (vel’hâsıl) İran’dan ne köy olur, ne kasaba? Olsa olsa mezar
-affedersiniz- mezra olur.
Arnavutluk
demişken… Bir hafta arayla Arnavutluk ve Kosova Cumhurbaşkanlarının Türkiye’yi
ziyaretleri söz konusu.. Türkiye ile Arnavutluk arasında millî, dinî ve tarihî
bağlar çok eskilere dayanır. Arnavutluk, Türk halkının gönlünde dost ve kardeş
ülkeler sınıfında yer alır. Millî şairimiz Mehmet Âkif Ersoy’un babası Arnavut,
annesi Özbek Türklerindendir. Yine Nihat Sami Banarlı da Arnavut kökenli
yazarlarımızdan olup; “Türkçenin Sırları” adlı ünlü eseri mutlaka okunmalıdır. Kosova
deseniz hakeza. Kısaca (hülasa) biz, kardeş Arnavutluk ile kardeş Kosova’nın mutlaka
birleşmeleri gerektiğini düşünüyoruz. Dahası Türkiye, bu birliğin gerçekleşmesi
için her türlü desteği vermelidir. Balkanlarda güçlü bir müttefikimizin olması
hem bölge hem de Adriyatik’ten, Çin Seddine kadar uzanan Türk Dünyası için oldukça
yararlı olacaktır.
Türkiye’nin
ve Türk Milletinin sıkıntılarından kurtulmasının yolu Brüksel’den, Şangay’dan
değil; millî dinamiklerden geçmektedir. Millî yani yerli olan, bizim olan
değerlerden… Siyasî fırka (party) çekişmelerinden, toplumsal kutuplaşmalardan,
sunî ayrışmalardan hazzetmemekle birlikte millî ve yerli değerler söz konusu
olduğunda hassas davranılması gerektiğine inanıyoruz. Kimilerinin -hangi akla
hizmetse- Türkçe Konuşan Ülkeler Birliği dediği Türk Birliğinin hayata geçmesini
arzu ediyoruz. Bir yandan “Türk Birliğine inanıyorum. Onu görüyorum.” diyen,
düşmanları tarafından bile “Bozkurt” olarak nitelendirilen Gâzi Mustafa Kemal Atatürk’ü
saygıyla anarken; diğer yandan Türk yurtlarını derleyip-toparlayacak,
milletimizi bir, iri ve diri kılacak “Atatürk gibi düşünen” bir önder
bekliyoruz. Ve diyoruz ki: Kurt ulursa, vatan kurtulur!..
Aziz
Dolu Atabey
Değerli okuyucumuz,
Yazdığınız yorumlar editör denetiminden sonra onaylanır ve sitede yayınlanır.
Yorum yazarken aşağıda maddeler halinde belirtilmiş hususları okumuş, anlamış, kabul etmiş sayılırsınız.
· Türkiye Cumhuriyeti kanunlarında açıkça suç olarak belirtilmiş konular için suçu ya da suçluyu övücü ifadeler kullanılamayağını,
· Kişi ya da kurumlar için eleştiri sınırları ötesinde küçük düşürücü ifadeler kullanılamayacağını,
· Kişi ya da kurumlara karşı tehdit, saldırı ya da tahkir içerikli ifadeler kullanılamayacağını,
· Kişi veya kurumların telif haklarına konu olan fikir ve/veya sanat eserlerine ait hiçbir içerik yayınlanamayacağını,
· Kişi veya kurumların ticari sırlarının ifşaı edilemeyeceğini,
· Genel ahlaka aykırı söz, ifade ya da yakıştırmaların yapılamayacağını,
· Yasal bir takip durumda, yorum tarih ve saati ile yorumu yazdığım cihaza ait IP numarasının adli makamlara iletileceğini,
· Yorumumdan kaynaklanan her türlü hukuki sorumluluğun tarafıma ait olduğunu,
Bu formu gönderdiğimde kabul ediyorum.
Yorumlar
+ Yorum Ekle