Konuk Yazar-Türk Yurdu
Nuri Gürgür-Türk Ocakları Genel Başkanı
28 Mart 2012
Türk Ocakları bu yıl 100.ncü yılını kutluyor
Türk ocakları Genel Başkanı Nuri Gürgür'ün 22 Mart 2012 tarihli Basın Toplantısındaki Konuşması
12 Mart 1912 de kurulan Türk Ocakları, bu yıl 100.ncü yılını kutluyor. Kuruluşundaki amaç ve ilkelerini, çalışma tarzını, fikir ve düşünce çizgisini 100 yıl süresince özenle koruyarak asırlık hizmet çınarı olmak tarihi bir başarıdır. Ülkemizde bunun bir başka örneği olmadığı gibi, dünyada da bir elin parmakları sayısını geçmez.
Türk Ocağının kurulması, Osmanlı Devletinin içeriden ve dışarıdan kuşatıldığı, dağılma sürecinin yaşandığı, milli varlığımızın ciddi tehditlerle karşı karşıya bulunduğu çok kritik bir döneme rastlar.
Türk milliyetçiliğinin fikri bir tercih, edebiyat ve tarih konusu olmaktan çıkarak, siyaset ve toplum hayatını birinci derecede etkiler duruma gelmesi yaşanan şartların doğal sonucudur. Bu nedenle Türk Ocağı kuruluşundan itibaren milli şuur sahibi aydınlar ve gençler arasında büyük ilgi gördü.
Kurulduğu 1912 yılından başlayarak, İstanbulu işgal eden İngilizler tarafından kapatıldığı 1920 yılına kadar siyasi, sosyal ve kültürel gelişmeleri önemli ölçüde etkileyip yönlendirdi.
Türk Ocaklarının kuruluş amacı ilk nizamnamesinde (tüzüğünde) açıkça belirtildiği gibi, milli kültürümüze hizmet etmek, milli şuur sahibi aydınların yetişmesine yardımcı olmak, tarihimizin anlatılıp öğretilmesini sağlamak, kısacası Gökalpin ifadesiyle kültür milliyetçiliği nin yapıldığı bir millî mektep olmaktır.
Bu açıdan Türk Ocaklarının 100 yıldır temsil ettiği Türk milliyetçiliği fikri doğrudan kendi tarihi ve kültürel kaynaklarımızdan, toplumsal ve siyasal şartlarımızdan doğan yerli ve millî bir nitelik taşır.
Birlikte yaşamaktan, ortak acıları, sevinçleri, gelecekle ilgili düşünceleri paylaşmaktan kaynaklanan tabii bir aidiyet duygusu olan Türk milliyetçiliği, Avrupanın Nazizim, Faşizim gibi hastalıklı, ırkçı, saldırgan milliyetçiliklerle benzerleştirilemez.
Bizim milliyetçiliğimiz ötekileştirici, itici, dışlayıcı değildir. Varlığımızı koruma ihtiyacından doğan, Anadolu mayasıyla, tevhid inancıyla yoğrulan, sevgiye, hoşgörüye dayanan birleştirici, kucaklayıcı bir millet anlayışının ürünüdür.
Balkan savaşında feci bir mağlubiyete uğrayıp zehil duruma düşen orduyu, iki yıl sonra diriltip ayağa kaldıran, Şark projesini geçersiz kılan, millî mücadeleyi gerçekleştiren bu imandır, azim ve iradedir.
Millî devletin kurulması Türk milliyetçiliğinin en büyük başarısıdır. Türk Ocağı bunun fikrî ve felsefî zemininin oluştuğu en etkili mekândır.
Aradan geçen 100 yıl zarfında Türkiyede ve Dünyada baş döndürücü gelişmeler yaşandı. Yirmi yıl önce soğuk savaş sona erip Sovyetler Birliği dağılırken, Avrasyada yeni bir siyasî atlas oluştu. Böylelikle 5 Türk Cumhuriyeti kurulurken, Türk Ocağının 100 yıl boyunca savunduğu görüşlerden birisi hakikat oldu. Türk Dünyası kimsenin inkar edemeyeceği bir tablo olarak ortaya çıktı.
Türkiye Cumhuriyeti bugün geçen yüzyılın başındaki geleceği karanlık, dağılma endişesi içerisinde çırpınan Osmanlı Devletinden çok farklı bir konuma sahiptir.
Çoğunluğunu gençlerin oluşturduğu 75 milyon nüfusumuz artık köylülükten çıktı, kabuğunu kırarak dünyaya açılarak, şehirleşme, sanayileşme ve ticarileşme alanlarında çağdaş bir çizgiye ulaştı.
Batılılar Türkiyeyi bu hüviyetiyle ciddi bir rakip olarak görüyor; Türk ve Müslüman kimliğimiz dolayısıyla kendi kültür ve medeniyetine tehdit sayarak endişe ediyor. Türkiyenin Avrupa Birliği ile ilişkilerinde tıkanma noktasına gelmesinin esas nedeni Batılılara egemen olan bu psikolojidir.
Türkiye bu küresel rekabet ortamında varlığını korumak, ekonomik, politik ve kültürel alanlarda kendisine onurlu ve saygın bir yer bulabilmek için kültürel değerlerine gerekli önemi vermek, özen göstermek ve kurucu bir medeniyetin varisi olduğunun bilincini taşımak zorundadır.
Bütün dünyayı vatan, bütün insanları millettaş sayma şeklindeki kozmopolit bir anlayış entelektüel bir tercih, liberal bir bakış olarak tercih edilebilir; ancak bunun devlet hayatına, toplum yapısına egemen olması durumunda millî kimliğimizi ve bütünlüğümüzü korumamız imkansız hale gelir. Etnik ayrışmaların önü açılır.
Bu açıdan şu sıralarda gündemde olan anayasa tartışmalarını çok önemsiyoruz. Anayasa üzerinden Türkiyenin yapısal bir dönüşüme taşınmak istenmesinden, milli devletin kuruluş ilkelerinin ve temel felsefesinin değiştirilmeye çalışılmasından kaygı duyuyoruz.
Türkiye bireysel hak ve özgürlükler anlamında gelişmiş ülkelerin insanlarının bütün imkânlarına, haklarına sahip kılınmalı, eksiklikler bir an önce giderilmeli, tam ve kâmil anlamda bir hukuk devleti olmanın gerekleri yerine getirilmelidir.
Ancak konunun siyasal projelerin uygulanmasına vasıta kılınarak, grup hakları açısından ele alınmasını ayrılıkçı bir tutum, ırkçı-etnikçi bir yaklaşım olması nedeniyle kesinlikle kabul edilemez buluyoruz.
Anayasadan Türk ve Türk kimliğiyle ilgili ifadelerin çıkarılması talepleri sosyolojik ve tarihî gerçeklerimizi inkâr etmek anlamına gelir. Osmanlıcılık politikasının bir üst kimlik olarak benimsenmediğini ve bölünmeyi önlemediğini herkes hatırlamalıdır.
Unutulmamalıdır ki, etnik sorunlar etnik ödünler verilerek halledilemez; tam tersine bu tarz yaklaşımlar merkezkaç eğilimlerini kışkırtır, ayrılıkçı hareketleri güçlendirir.
Türkçe Kanun-i Esasiden bu yana Anayasalarda resmi dil olarak belirtilmiş, mozaik bir yapıya sahip Osmanlı Devleti bile kamusal alanda ikinci bir dile müsaade etmemiştir. Herkesin anadilini öğrenmek, konuşmak, yazılı ve görsel alanlarda serbestçe kullanmak hakkına sahip olmasına itiraz etmiyoruz. 12 Eylülden sonra Kürtçenin yasaklanması çok yanlış bir tutumdu; ama bu hatanın izale edilerek çok farklı bir duruma gelindiği ortadadır.
Buna rağmen Kürtçenin ikinci bir dil halinde eğitim dili olarak kullanılması, örgün eğitime ikame edilmesi, kamusal alanda kullanılmaya çalışılması bireysel bir hak ve özgürlük talebi değil, iki milletli federatif bir yapı oluşturma projesinin temel argümanıdır.
Keza Türkiyenin Avrupa Yerel Yönetimler Özerklik Şartını imzalarken koyduğu çekincelerin tamamına yakını, 2005 ve sonrasında yapılan yasal değişikliklerle ortadan kalktı. Bu konuda Türkiyenin Avrupa ülkelerinden daha geri durumda olduğunu kimse iddia edemez. Bürokrasinin azaltılması, yerel yönetimlerin biraz daha güçlendirilmesi gibi konular anayasal değil yasal sorunlardır ve Yasama organının çalışmaları cümlesinden ele alınacak hususlardır.
Türkiyenin günümüzdeki küresel rekabet ve güç yarışında sorunlarının bulunması doğaldır. Ancak bunlar ortak akıl inşa edilerek, rasyonel politikalar oluşturularak, 780 bin km2.lik ülke bütünlüğümüze saygılı olan siyasi merkezler tarafından ele alınıp ortaklaşa çözümler bulunacak nitelikte konulardır. Bu anlayış ve işbirliğinin bir an önce sağlanarak Türkiyenin 21.nci yüzyılda hak ettiği konuma getirilmesi, siyasî merkezlerimizin millî çıkar ve ülküler çerçevesinde işbirliği halinde bulunmaları en büyük dileğimizdir.
13 yıl sonra millî devletimizin kuruluşunun 100.ncü yılını kutlarken, sorunlarımızın büyük bölümünü halletmiş olarak, küresel arenada kendimize en üst düzeyde bir yer sağlayarak 100 yıla damgamızı vurmayı diliyor, Türk Ocakları Genel Merkezi adına sizlere sevgiler, saygılar sunuyorum.
Bu yazı 1,178 defa okundu.
Diğer köşe yazıları
Tüm Yazılar
-
15 Nisan 2012
12 Eylül Davası Bu Haliyle Sonuçsuz Bir Girişim Olarak Kalacaktır
-
28 Mart 2012
Türk Ocakları bu yıl 100.ncü yılını kutluyor
-
3 Mart 2012
Eğitim Meselesi Siyasallaştırılmamalı
-
11 Şubat 2012
Yılmaz Öztuna Hakka Yürüdü
-
10 Şubat 2012
Tarihi Binamız Neden Alınamadı, Nasıl Alınabilir?
-
1 Şubat 2012
Fransa Parlamentosu ve Sarkozy Türkiyeye Tarih Bir İmkn Sunuyor
-
15 Ocak 2012
Bir Milli Kahramanı Kaybettik Türk Milletinin Başı Sağolsun
-
7 Ocak 2012
Uludere Faciası Ahlksızca İstismara Çalışılıyor
-
30 Aralık 2011
Türkiye Herşeye Rağmen Büyük ve Güçlü Bir Ülkedir
-
20 Aralık 2011
Türk Ordusu Bu Sataşmalara Müstahak Değildir
-
5 Aralık 2011
Dersim’in Nedense Konuşulmayan Tarihçesi
-
26 Kasım 2011
Yeni Anayasa Hazırlıkları Fetiş Haline Getirilmemelidir
-
5 Kasım 2011
KCK Operasyonlarına Gösterilen Tepkilerin İdeolojik Anlamı Üzerine
-
21 Ekim 2011
Milli Politika Zarureti
-
10 Ekim 2011
Türk Toplumunun Sinir Uçlarıyla Oynanmamalı
-
25 Eylül 2011
Yirmibirinci Yüzyılda Nasıl Bir Türk Ocağı?
-
6 Eylül 2011
İsrail ile Savaşın Diğer Yüzü
-
1 Eylül 2011
Tarihi Gafın Diğer Yüzü
-
1 Eylül 2011
Işık Koşaner’e Tepkiler Haklı Sayılabilir mi?
-
15 Ağustos 2011
Suriye’deki Olaylara İlgisiz Kalamayız
Yorumlar
+ Yorum Ekle